Bilindiği gibi Sabetaycılar üç kola ayrılıyorlar. Karakaşiler, Yakubiler ve Kapâniler…
Müslüman Türklerin yetişmiş kadrolarının çeşitli cephelerde, son olarak da Filistin ve Çanakkale cephelerinde ihanetlerle kırılması ve milletimizin beyin takımlarının yok edilmesi ve sonuç olarak da Osmanlı Devleti’nin yıkılması sürecinde birlik içinde ihanet faaliyeti sergileyebilen Sabetayistler, aralarındaki husumetleri geçici bir süre de olsa göz ardı edebildiler.
Bizim aramızda Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma isimlerini taşırlarken, her şeyleri ile Türk ve Müslüman gibi görünürlerken, aslında Yahudilik davalarına hizmet ettiler, en kritik aşamalarda ekmeğini yedikleri milletimize ve vatanımıza en feci, en vahim ihanetleri, en örtülü şekilde yapmaktan geri durmadılar.
Yine, Dünya Yahudi Konseyi ve bu konseyin kontrolünde tuttuğu İngiltere’nin de desteği ile Osmanlı’nın yerine, tam bir Yahudi cenneti olarak tarif edilebilecek yeni Türkiye’yi kurdular. Cephelerde savaşıp can veren bizdik ama devleti kontrolü altına alanlar, halkı devlet zoru ile yepyeni, batılı bir ayara sokanlar onlardı…
Hemen 1924’te “Yunanistan’da kalan Türkleri ana vatanlarına getirmek” bahanesi ile bir mübadele(nüfus değiş tokuş antlaşması) da yaptılar ve ülkemizdeki Rumları Yunanistan’a gönderip Yunanistan’dan da Türk diye Yahudi dönmelerini/Sabetayistleri getirdiler… Artık nüfuzları kadar nüfusları da epey güçlenmişti. Ülkemize yeni gelen Sabetayistler devlet gücü ile bir anda en zenginler oldular. Patronlar, sanatçılar, gazeteciler, meşhurlar onlar oldular.
İttihat ve Terakki’nin son Maliye bakanı olan Cavid Bey, Karakaşi gurubunun lideriydi. Meşhur İzmir Suikasti hadisesinde, Atatürk’e suikast yapacakları iddiası ile asılanların arasında Cavid Bey de vardı. Aslında suikast tertibi ile hiç bir alakası yoktu. Ama zaten bu suikast teşebbüsünü düzenleyenelerin amacı buydu; bütün muhalifleri, özellikle de Karakaşi Sabetayistleri tesirsiz hale getirmek… Yine aynı İzmir Suikasti davasında asılan Doktor Nazım da Karakaşi Sabetaycılardandı… Asanlar Sabetaycıların Kapani kolu, asılanlar ise Karakaşi koluydu. Yakın tarihte türlü türlü bahaneler ile izah edilen hadiselerin bir çoğu karakaşi-kapani kapışması yüzündendi. Bu iki gurup birbirlerini kırarlarken bile ortak sırlarını yani Sabetaycılıklarını açığa çıkarmıyorlardı.
Yine, ölümünden kısa süre önce oğlu Aydın Menderes’in de itiraf ettiği gibi Ali Adnan Menderes de Sabetaycıydı ve Karakaşi gurubuna mensuptu. Onun idama gidişinin elbette pek çok sebebi vardı ama en etkili sebep Kapanilerin Karakaşilere iktidarı kaptırma endişesi idi… Menderes, Sabetaycıların sıklıkla yaptığı gibi -er ekli bir soyadını, ERTEKİN soyadını almıştı. Sonra mahkeme kararı ile yakın arkadaşı Edhem’in soyadını aldı ve Menderes yaptı. Menderes’in eşi Berin Hanım’da meşhur Sabetaycı aile Evliyazadelerin kızı idi. Zaten Sabetaycılar asla dışarıya(sabetaycı olmayanlara) kız vermez ve dışarıdan kız almazlardı.
1990’da Cumhurbaşkanlığına aday olan ve kazanamayan İsmail Cem de Sabetaycıydı. Yine iç çekişme yüzünden kazanamamıştı. Cem, soyadı olan İpekçi’yi kullanmıyordu. İpekçiler en meşhur Sabetayist ailelerden biriydi…
Özetle, Osmanlı’nın son döneminde, yıkılışı/tasfiyesi ve yeni Türkiye’nin kuruluşunda en etkin gurup iç çekişmelerine rağmen Sabetaycılardı. Buz dağının sadece görünen yüzüydü. Dana onun doğmadığı tarihlerde binlerce aktif Sabetaycı
[12:06, 29.08.2020] Onur Sezgin: isimler çıkarttılar
Hacı Hüseyin Bey’in diğer kızı Fatma Aliye Aksoy ise, Türkiye’nin atlet lakaplı ilk sporcusu Seha Aksoy ile evleniyor. 1941 Dekatlon Türkiye Rekortmeni, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Üyesi ve aynı zamanda da iyi bir bilardocu olan Seha Aksoy’un adı, Atatürk Spor Kompleksi içindeki Seha Aksoy Atletizm Pisti aracılığıyla dünyaya ulaşıyor.
Atıfet Hanım’ın ikinci eşi ise İzmit Memleket Hastanesi Başhekimliği, Sağlık Bakanlığı’nda genel müdür yardımcılığı, müsteşarlık, Dünya Sağlık Örgütü toplantılarında delegasyon şefliği yapmış olan Dr. Nail Karabuda. Ancak boynuz, kulağı geçiyor; Güneş Karabuda’nın ünü, babasını aşıyor. Osman ve Münci dayılarının yolundan gidip hukuk okuyan Karabuda, gazeteciliğe, üniversite eğitimini aldığı Paris’te fotomuhabiri olarak başlıyor. 1961’de televizyonculuğu ekliyor kariyerine. Dünyanın dört bir yanını, hazırladığı politik, sosyal ve kültürel içerikli belgesellerle, başta İsveç Televizyonu (SVT) olmak üzere Avrupa ve Amerika’daki değişik televizyon kanallarından yansıtıyor. Tarihe tanıklık ettiği en önemli görüntülerini, Vietnam Savaşı’nın ortasından geçiyor. Karabuda’nın deneyimlerine ilişkin daha fazlasını, arkadaşı Yaşar Kemal anlatıyor: “Güneş’i 40 yıldır tanırım. Onu önce fotoğrafçı olarak tanıdım, sonra da kameraman… Bu 40 yılda Güneş şaşırtıcı bir hızla dünyayı dolaştı, filmler yaptı. Endonezya’da bir milyon kişi öldürülürken Güneş oradaydı. Şili’de Allende öldürülürken o oradaydı. Dofar gerillaları Arabistan’da çarpışırken Güneş gene oradaydı. Güneş’in maceraları saymakla bitmez. Güneş 40 yıldır dünyanın her yerindeydi.”
Aile, bir cumhurbaşkanı ile daha evlilik bağı kuruyor. Münci Kapani’nin kızı Suzan Hanım ile Türkiye’nin altıncı cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün oğlu, eski Paris Büyükelçisi Osman Korutürk evleniyor (Osman Korutürk adı, Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi olarak da hatırlanıyor).
DİĞER İKİ KOLUN SOYADI KAPANCIOĞLU
Geldik yine başladığımız yere. Çünkü Hacı Hüseyin Bey’in çocuklarıyla süren kol, ailenin birinci kolu. Hacı Hüseyin Bey’in kardeş çocukları ve torunlarından gelen Kapanizade Mustabey ile eşi Katipzadelerden Hatice Naciye Hanım; çocukları Hüsnü, Ali Suphi, Nedime ve Adnan Kapancıoğlu ile birlikte ailenin ikinci kolunu sürdürüyor. Ali Suphi Bey, İzmir’in ilk meşhur şekercilerinden. İnşaat yüksek mühendisi olan oğlu Mustafa Kapancıoğlu ODTÜ’de öğretim üyeliği yaptıktan sonra, beş yıl Lizbon’da beton barajlar üzerine uzmanlık yapıyor. Türkiye’ye “Barajlar Kralı Süleyman Demirel’in öğrencisi” namıyla dönen Mustafa Kapancıoğlu, 12 Eylül öncesinin İzmir İl İmar Müdür Vekili. 12 Eylül son
SİZ LER DE BİLİRSİNİZ Kİ,